TBMM’nin resmi Youtube kanalında yayınlanan “Demokrasinin Yüzleri” programında 40 dakika boyunca hatıralarını anlatan Üçpınarlar, siyaset hayatına nasıl başladığını, hangi sorumlulukları üstlendiğini ve kamu hizmetinde yaşadığı önemli anları paylaştı. Eski Çevre Bakanı, uzun yıllar süren siyasi kariyeri boyunca yaşadığı tecrübeleri aktarırken; Devlet Bakanlığı, KİT Komisyonu Başkanlığı ve hükümet sözcülüğü görevlerinden bahsetti. TBMM tarafından yürütülen “Demokrasinin Yüzleri” programı, Türkiye siyasetinde iz bırakmış isimlerin hatıralarını geleceğe aktarmayı amaçlıyor. Ahmet Hamdi Üçpınarlar’ın konuk olduğu 38. bölümü, TBMM'nin Youtube kanalında “Demokrasinin Yüzleri” başlığıyla izlemek mümkün.
Programda duygusal anlara da yer veren Üçpınarlar, siyasette dürüstlük ve fedakârlığın önemine dikkat çekerek, görev yaptığı dönemde “Gözüm arkada kalmadı” sözleriyle vicdan rahatlığını dile getirdi. 18 saate varan günlük mesaisiyle çalıştığını ifade eden Üçpınarlar, ailesinin bu yoğun tempoda kendisine büyük destek verdiğini belirtti.
Gençlere de mesajlar veren Üçpınarlar, siyasetin bir hizmet aracı olduğunu belirterek, özellikle gençlerin ülke yönetiminde söz sahibi olmaları gerektiğini vurguladı. “Herkes siyasetle ilgilenmek zorunda. Çünkü kaderimizi tayin eden kişileri biz seçiyoruz” sözleriyle vatandaşlık bilincine dikkat çeken Ahmet Hamdi Üçpınarlar; “Rahmetli Süleyman Demirel'in de dediği gibi, siyaseti ülke için yapınız. Sakın ideolojik şeylere kapılmayın. Gençlere ve özellikle Türk toplumuna şunu söylemek istiyorum: Herkes siyasetle ilgilenmek zorundadır. Gençler bizim ümidimiz ve geleceğimizdir. Mutlaka ama mutlaka siyasetle, politikayla ilgilensinler. Ben 1948 yılında Bursa'da doğdum. Doğduktan altı ay sonra babamı, 11 yaşında ise annemi kaybettim. Hayata tek başıma tutunmak zorunda kaldım. Ancak bana sahip çıkan eniştem oldu. Ablamın yanında hem tahsilimi tamamladım hem de çalıştım. 1966 yılında sosyal faaliyetlere başladım. Bursa Erkek Sanat Enstitüsü Talebe Cemiyeti Başkanlığı görevinde bulundum.
1967’de Kırıkkale’de Top Fabrikası'nda çalıştım. 1968 yılında ise hem üniversiteye başladım hem de aynı yıl Adalet Partisi Ankara Çankaya Gençlik Kolları yönetimine girerek siyasi hayatıma adım attım. Siyasi hayata atılmamın sebebi, yaşadığım zorluklardı. O zorluklar içinde siyasilerin insanlara yardımcı olduğunu gördüm. Yapılan her hizmetin arkasında siyasetçilerin adı geçiyordu. Örneğin, "Bu dispanseri ilçe başkanı Ahmet yaptırmış" ya da "Bu asfaltı belediye başkanı Mehmet Ağa yaptırmış" gibi söylemler vardı. O dönemlerde siyaset, tamamen fedakarlık üzerine kuruluydu. İl ve ilçe başkanları dâhil herkes kendinden vererek hizmet ederdi. 1967’de Bursa’dan ayrıldığımda oturduğumuz evde çeşme yoktu. Asfalt yol, düzenli elektrik yoktu. Türkiye bu imkanlara siyasetçilerin çabasıyla ulaştı. Her gelen, elinden geldiğince hizmet etti. 1980 sonrası rahmetli Turgut Özal büyük bir cesaretle bazı değişiklikler yaptı. Bugünkü hükümetin yaptığı birçok hizmet, geçmişteki siyasetçilerin hazırladığı altyapılar sayesinde mümkün olmuştur.
Siyaset bir hizmet sanatıdır. Bir de şunu belirtmek isterim: 1961 yılında rahmetli Adnan Menderes’in idamı beni derinden üzdü. Demokrat kökenli bir ailede büyüdüm. O dönemlerde Menderes’in uğradığı halk ilgisini yakından bilirim. Arabasının önüne yatıp “Çocuğumu senin için kurban edeceğim” diyen insanları gördüm. Ancak idam edildiği gün Türkiye'de yaprak bile kıpırdamadı. O an karar verdim: Siyasete gireceğim, hem hizmet edeceğim hem de inandığım lidere sonuna kadar sahip çıkacağım. Nitekim, bunların ikisini de başardım. Siyaseti yaptım, Süleyman Demirel’le başladım ve kendisiyle hem siyasi hem de dostane ilişkilerimiz, vefatına kadar sürdü. O dönemler çok zordu. Bu zorluklara rağmen Adalet Partisi Gençlik Teşkilatları Genel Başkanlığı görevini yürüttüm. Bu görevi seçimle aldım ve elimden geleni yaptım. Demirel’le ilk tanışmam, 30 Kasım 1969’da, genel başkan oluşunu kutlamak amacıyla yapılan bir heyet aracılığıyla oldu.
1971 yılında, Demirel, Çankaya teşkilatıyla birlikte tüm Türkiye çapında gençlik teşkilatlarını kurmamız için bize görev verdi. Bu sayede kendisiyle daha yakın çalışma fırsatı buldum. 1972 yılında Gençlik Teşkilatları Genel Merkezi’nde yapılan bir toplantıda bize şu sözü söyledi. Dedi ki; Mustafa Kemal Atatürk şöyle derdi: “Türk toprakları çok kıymetlidir, çok mukaddestir; ihmale gelmez.” Biz de bu sözü kendimize şiar edindik. Bu toprakların yeşermesi, bereketli hale gelmesi için gayret göstereceğiz, demişti. O öğüdünü hiç unutmam. Devlet dairesinde, Türkiye Petrolleri'nde Genel Müdür Danışmanı olarak görev yaptım. Fakülteyi bitirdikten sonra, 1978 yılına kadar orada çalıştım. Ancak 1978 yılında Cumhuriyet Halk Partisi iktidara gelince, sözleşmesi ilk feshedilen kişi ben oldum. Genel müdürden önce beni görevden aldılar. Daha sonra sivil hayata döndüm.
Zaten öğrenciliğim sırasında Kırıkkale’de sanayide çalışıyordum. Asıl mesleğim dökümcülük. Sanat enstitüsü mezunu olarak bu alanda faaliyet gösterdim. 1978 sonrası da yine sanayide çalışarak harçlığımı çıkarmaya devam ettim. O sırada evliydim, eşim de çalışıyordu; onun da katkısı oluyordu. Askere çok geç yaşta, 31 yaşında gittim. Döndüğümde yıl 1980’di. 1980’in başlarında, Kömür İşletmeleri AŞ’de Genel Müdür Muavini olarak göreve başladım. Amacım, 1981 yılında yapılacak milletvekili seçimlerinde ön seçime katılarak siyasete devam etmekti. Hiç unutmuyorum; 1980’in Mayıs ya da Haziran ayıydı. Siyasette birlikte yol yürüdüğüm arkadaşlarım bir gün bana, “Adaylığını Bursa’dan mı yoksa Ankara’dan mı koyacaksın? Ona göre hazırlık yapalım,” dediler. Ben de onlara şu cevabı verdim: “Şu anda bu konuda kararsızım. Allah göstermesin, Türkiye bir iç savaşa sürüklenebilir.
Ülke çok kötü bir durumda.” Bu sözümü hâlâ hatırlarım. 1980 darbesinden sonra, parti yönetiminde olan genel merkez yöneticileri ve il başkanları yasaklı hale geldi. Genel Başkan ve Genel İdare Kurulu üyeleri 10 yıl, il başkanları ve milletvekilleri ise 5 yıl süreyle siyasi yasaklı oldular. Ancak o dönem biz siyasetin doğrudan içinde yer almadığımız için siyaset yapma imkânı doğdu. Bu süreçte Büyük Türkiye Partisi çalışmalarına başladık. Rahmetli Süleyman Demirel’le yaptığımız görüşmede, Adalet Partisi Gençlik Teşkilatı’ndan arkadaşlarla bu çalışmanın yürütülmesini istedi. İstanbul ve Ankara’da Hüsamettin Cindoruk, Adalet Partisi döneminde görev yapan il başkanlarıyla birlikte çalışmaya başladı. Rahmetli Mehmet Gölhan da bürokrasideki arkadaşlarla bir hazırlık sürecine girdi. Askeri kesimden ise rahmetli Ali Fetih Esener Paşa, bu çalışmaların içinde yer aldı. Bir ara bu çalışmaları yürüten kişilerden bazıları, “Hepimiz birleşelim,” önerisinde bulundu. Ben de rahmetli Demirel’e giderek, “Efendim, böyle bir birleşme teklifi var,” dedim. Demirel ise, “Hayır, herkes kendi alanında çalışmasına devam etsin. En sonunda birleşerek siyasi partimizi kurarız,” dedi. Bu doğrultuda, her çalışma grubundan ikişer üçer temsilci alınarak Büyük Türkiye Partisi’nin kuruluşu gerçekleştirildi. Parti kurulduktan sonra, Demirel’in işaret ettiği genel başkan aslında Hüsamettin Cindoruk’tu.
Ancak Cindoruk, rahmetli Demirel’e şu açıklamayı yaptı;“Sayın Genel Başkanım, askerlerin bu listeleri veto etme hakkı var. Ben sivri bir isim olduğum için veto edilecek ilk kişilerden biri ben olurum. O zaman parti başsız kalır. Bu nedenle ben genel başkan olmayayım. Askeri kesimden Ali Fetih Esener Paşa’yı genel başkan yapalım.” Böylece, Esener Paşa’nın genel başkanlığı bu şekilde kararlaştırıldı. Aslında amaç Hüsamettin Cindoruk’un genel başkan olmasıydı, ancak siyasi dengeler ve askeri baskılar nedeniyle bu gerçekleşmedi. Nitekim 10 gün sonra Büyük Türkiye Partisi büyük bir teveccühle karşılandı. 10 gün içinde tüm eski parlamenterler partiye üye oldu. Yüzlerce, binlerce kişi kayıt yaptırdı. Ancak parti daha sonra kapatıldı. Yıllar sonra, rahmetliyle birlikte Marmaris'te Kenan Paşa’yla yemek yeme fırsatım oldu. Kendisine, “Paşam, hem demokrasiye geçiyoruz diyorsunuz hem de demokrasiye aykırı şekilde bir siyasi partiyi neden kapattınız?” diye sordum. Bana açık açık şunları söyledi: “Genç kardeşim, evet, bu konuda hatalıyız.” Bu da benim unutamadığım bir hatıradır.
Parti kapatılınca, rahmetli Demirel kararın verildiği gün Zincirbozan’a götürüldü. Cumhuriyet Halk Partisi’nden ve bizden toplamda 14 veya 15 kişi Zincirbozan’a sürgün edildi. Onlara göre misafirlik, bize göre sürgündü. Yaklaşık üç aya yakın orada kaldılar. O süreçte bizler, rahmetli İsmet Sezgin ve Necmettin Cevheri ile Ankara’ya döndükten sonra yeni bir parti kurulması gerektiğine kanaat getirdik. Süleyman Bey, Zincirbozan’a giderken Ankara çıkışındaki benzin istasyonunda araç değiştirdi. Kendi arabasından inip, rahmetli Necmettin Cevheri'nin kullandığı kırmızı Mercedes'e bindi. Necmettin Bey direksiyondaydı. Süleyman Bey önde, arkada İsmet Sezgin, Nahit Menteşe ve Saadettin Bilgiç vardı. Hepsi rahmetli oldu, Allah rahmet eylesin. Hep birlikte yola çıktılar.
Karacabey yolunda giderken biri “Şu doğru yola bak” deyince, partinin ismi orada espriyle ortaya çıktı: “Doğru Yol Partisi.” Bu isimle kurulan partinin kurucuları arasında ben de yer aldım. Ancak 34 kişilik kurucular listesinin 30’u veto edildi. Dönemin Cumhurbaşkanı “Veto edilen arkadaşlar hayıflanmak çeker gibi, veto ediyoruz,” demişti. 30 kişi verdik, 15’i veto oldu. 15 kişi verdik, 9’u veto oldu. 9 kişi verdik, 6’sı veto edildi. Amaç, seçime girebilmek için 30 kurucuyu tamamlamaktı. Ancak en sonunda 28'e kadar düşürüldük ve 1983 seçimlerine sokulmadık. Sosyal Demokrat Halkçı Parti’yle birlikte biz de seçim dışında bırakıldık. Partinin ilk genel başkanı Ahmet Tunay’dı, Kastamonu eski milletvekiliydi. Vefat ettikten sonra milletvekili sıfatı taşıyan Yıldırım Avcı genel başkan oldu. 1985 yılına kadar büyük gayret gösterdi, Allah rahmet eylesin. 1985’teki kongrede Mehmet Yazar ve Hüsamettin Cindoruk genel başkanlığa aday oldular. Hüsamettin Cindoruk seçimi kazandı ve büyük mücadele verdi.
O dönemde konseyin baskısı çok ağırdı. Yasaklı kişilerin herhangi bir siyasi partiyle organik bağı tespit edilirse, sürgüne gönderileceği açıklanmıştı. Bu baskı, kanun gibi işliyordu. Kuruluş sürecinde bize en büyük faydayı sağlayanlar rahmetli Necmettin Cevheri, İsmet Sezgin, Turgut Toker, Selahattin Kılıç ve Esat Kıratlıoğlu oldu. Yönetimde yer alamadım çünkü veto edilmiştim. 40 kişilik yönetim içinde siyaseti bilen yalnızca üç kişiydik. Diğerleri bürokrattan oluşuyordu. Siyaset tecrübemiz nedeniyle bize ulaşanlara destek verdik. Toplam 16 farklı adreste gizli toplantılar düzenledik. O dönem cep telefonu yoktu. Kodlarla haberleşiyorduk. Örneğin biri “Hamdi, biz 2 numaradayız” diyordu, ben bunun Selanik Caddesi’ndeki adres olduğunu biliyordum. Ya da biri “32’li telefondayız” derdi, bu da İzmir Caddesi’ni işaret ederdi. Partinin kuruluşuyla ilgili tüm dosyaları genel merkezde üç kişiyle hazırlayıp ilçelere gönderiyorduk. Bir gün buluşma yerine giderken taksiye bindim.
Şapkalı biri bana “Hamdi abi nasılsın?” dedi. Şaşırdım. “Hayrullah?” dedim. “Abi takiptesiniz, bunu bilesiniz,” dedi. O kadar sıkı izleniyorduk ki genel merkezden çıkan biri bile takip ediliyordu. Bu dönemde Süleyman Demirel'i tekrar genel başkan yaptık. Yasaklar kalkınca rahmetli Özal seçim kararı aldı. Süleyman Bey listeleri hazırlamak zorundaydı. Ancak genel idare kurulu üyelerinin hepsi kendi illerinde liste başı olmak istediler. Bu, Süleyman Bey’i çok zor durumda bıraktı. Kendisi bana sonra “Siyasi hayatımın en zor günlerinden biriydi,” demişti. Benimle ilgili bir hatıra da 1987 seçimleri öncesi yaşandı. Seçim bölgemden rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil aday olmuştu. Bunun üzerine Süleyman Bey’e gittim ve dedim ki: “Sayın Genel Başkanım, bu memlekette senato başkanlığı, dışişleri bakanlığı yapmış, herkesin saygı duyduğu İhsan Sabri Bey varken, benim adım anılmaz.
Feragat ediyorum.” Böylece hak ettiğim liste başından kendi isteğimle çekildim. Hiç pişman değilim. İhsan Sabri Bey, Bursa Valiliği yapmış, Uluslararası alanda etkili bir dışişleri bakanlığı yürütmüş, senato başkanlığı ve Cumhurbaşkanı vekilliği yapmış biriydi. 80 yaşını geçmişti ama 1984 mahalli seçimleri dahil olmak üzere kendisine ne görev verdiysek hepsini yerine getirdi. Kahramanmaraş, Hatay, Isparta gibi illere birlikte gittik. 1991 yılında, Süleyman Bey bana, “Çanakkale’den ne dersin?” dedi. Hiç tereddüt etmeden kabul ettim. O dönem vilayet barajı olduğu için diğer partiler barajı aşamadı ve Çanakkale’deki 4 milletvekilliğinin tamamını Doğru Yol Partisi kazandı. 1993 yılında partide teşkilat başkan yardımcısıydım. Turgut Özal’ın vefatından sonra Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı oldu. Yeni genel başkan seçilecekti.
Adaylar İsmet Sezgin, Köksal Toptan ve Tansu Çiller idi. Ben İsmet Sezgin’in ekibindeydim. Tansu Hanım benimle iyi diyalog kurmuştu. Ancak kendisine aday olmaması gerektiğini, siyasette çok yeni olduğunu söyledim. Biraz daha tecrübe kazanması gerektiğini, bir dahaki kongrede aday olmasının daha uygun olacağını söylediğimde bana, "Bir daha bu fırsatı yakalayamam, Hamdi" dediğini çok iyi hatırlıyorum. Ancak ben de kendisine, "Bakın, sizinle birlikte olmam mümkün değil ama ne aleyhinizdeyim ne de lehinizeyim. Ben, abilerimle; birlikte siyaset yaptığım, kader birliği ettiğim insanlarla beraber olmak zorundayım," demiştim. O da bunu anlayışla karşılamıştı. Sonradan yapılan kongrede maalesef genel kurul üyeliğini elimden aldılar ve ben KİT Komisyonu Başkanı oldum. Daha önce KİT'lerde ve özel sektörde çalışma tecrübem vardı. Ayrıca uzun yıllar siyaset yaptığım için devlet işleyişine dair konulara da hâkimdim. Bu bilgi ve birikimim sayesinde KİT Komisyonu Başkanlığı görevini hakkıyla yerine getirmeye çalıştım. Nitekim rahmetli Özal döneminden itibaren, 1987’den sonra Meclis’te KİT Komisyonu’nun etkin şekilde çalışmasını sağladık. Başkan olduğum dönemde, 1987 yılından itibaren tüm KİT’lerin denetimini yapma mecburiyetinde kaldık.
Çok ciddi bir çalışma yürüttük. Örneğin TRT’yi iki gün boyunca, sekizer saat olmak üzere toplam 16 saat denetledik. Emlak Bankası, Emlak Kredi Bankası gibi büyük kuruluşları da uzun denetimlerden geçirdik. Denetimlerin ardından bu kurumları ya ibra ettik ya da cezai müeyyide uyguladık. KİT Komisyonu Başkanlığım sırasında Meclis'teki çalışmalara da katılıyor, konuşmalar yapıyordum. Mesela o dönemde "dövizzedeler" vardı. Rahmetli Necmettin Bey ile birlikte, 1995 yılında, yalnızca başını sokacak küçük bir ev alan vatandaş neden mağdur olsun diyerek bir kanun teklifi hazırladık. Ancak o günkü muhalefet, konunun içine ticari araçları ve başka unsurları da sokarak teklifi sulandırdı ve hükümet geri çekti. Neyse ki 1997–98 yıllarında Demokrat Türkiye Partisi olarak hükümete katıldığımızda bu konuyu tekrar gündeme getirdik ve mağdur olanların sorunlarını çözme imkânına kavuştuk. Ben milletvekili olduğumda, Çanakkale Dardanelspor 3. Lig’deydi. 1. Lig’e yükselmesinde çok büyük katkılarım olduğunu düşünüyorum. Taraftar, 1995 yılında bana "Hamdi Baba, taraftarın gururusun" lakabını taktı. Çünkü vilayetlerde maalesef spora yeterli ilgi gösterilmiyordu, işler birkaç kişinin sırtında kalıyordu. Çanakkale Dardanelspor da Niyazi Önen’in sırtındaydı. Ben de siyaseten ona elimden geldiğince destek olmaya çalıştım. Deplasman maçları dâhil, neredeyse %90 oranında maçlarına katıldım. Taraftar da bu desteğimi unutmamış olacak ki bana "Hamdi Baba" lakabını verdi.
2004 Mahalli Seçimleri sırasında, Çanakkale'nin Kumkale beldesinde Doğru Yol Partisi adayı benden bir ricada bulundu. "Abi, ne olur gel, burada seni çok severler, bir konuşma yapar mısın?" dedi. Ben de "Hay hay" dedim. Gittiğimi duyan tüm siyasi partilerin adayları – iktidar partisinin adayı da dahil – beni karşıladılar. Gazetede bu durum "Örnek tablo" olarak yer aldı. 45 yıl sonra bir yere gidiyorsunuz, hizmet ettiğiniz dönem anılıyor, tüm adaylar sizin sohbet toplantınızı huşu içinde dinliyor ve "Yaptığınız hizmetlerden dolayı size teşekkür ederiz" diyebiliyorlar. Bu, benim siyasette unutamayacağım anılardan biridir. Her siyasetçiye böyle şeyler nasip olmaz. Sonuç olarak şunu söylemek isterim: Hiçbir pişmanlığım yok. Bazen "Hamdi Bey, tekrar bakan olsan ne yapardın?" diyorlar. Ben görev yaptığım sürede ne yapılması gerekiyorsa hepsini yaptım. Gözüm arkada kalmadı. Hiç unutmuyorum, Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun mezarlarının başında hiç Fatiha okunmamış olması aklımdan çıkmıyordu. Sayın Cindoruk’la, ki kendisi onların avukatıydı, istişare ederek "Bu adaya çıkıp Kur’an okumak istiyorum" dedim. O da, "Hamdim, orası yasak, özel izin alman gerekir," dedi. Adalet Bakanı’ndan özel izin alarak Bursa'dan bir hocayla birlikte mezar başına gittik ve Kur’an okuttuk. Özellikle 17 Eylül, rahmetli Menderes’in idam edildiği gündür. O gün adaya çıktık. İskeleye yanaştığımız anda, günlük güneşlik hava birden bulutlandı. 20 saniyelik yoğun bir sağanak yağmur yağdı. Oradaki görevliye sordum, "Bu tarihlerde görev yapan biri var mı?" dedim. Bir kişi olduğunu söylediler ama konuşmazmış. Gidip rica ettim. "Hayır, anlatamam, yaşadıklarım bana ait," dedi. Yalnızca, "Bugün 17 Eylül, saat 13:15'te iskeleye yanaştınız ve bir yağmur yağdı, değil mi?" dedi. "Evet," dedim. "İşte o, rahmetlinin asıldığı saattir. Her yıl bu saatte kısa bir yağmur yağar," dedi.
Ben, rahmetli Demirel gibi diyaloğu seven biriyim. Mecliste konuşma yapmayı çok severdim. Dumankaya, Erzurum milletvekili gibi bazı arkadaşlarla karşılıklı atışmalar olurdu. Bir arkadaşım, Tansu Çiller’in bir gün dost meclisinde benim konuşmalarımı dinlediğini ve “Bakan olacak tek adam budur” dediğini anlattı. Gerçekten de bir gün Tansu Hanım beni aradı. Kabineye almak istediğini söyledi. Ama ben, “Şimdi beni Devlet Bakanı yapacaksınız; en fazla Eti Bank ya da Türkiye Petrolleri’ni bağlayacaksınız. Oysa ben KİT Komisyonu Başkanı olarak 303 Genel Müdürlüğü denetliyorum,” dedim. Bu nedenle teklifi kabul etmedim. “Herkes bakan olmak için can atıyor,” dedi. Ben de, “Ben başarılı olabileceğim görevleri tercih ederim,” dedim. Nitekim 1995 Eylül’ünde erken seçim kararı alınarak yeni bir hükümet kuruldu. Bakanlığı o zaman kabul ettim. İlk kurulan 51. hükümet güvenoyu alamadı. Daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi ile ortak hükümet kurduk ve ben yine bakan olarak görev aldım.
Azınlık hükümetinde tek başıma hükümet sözcüsüydüm. Koalisyonda ise Doğru Yol Partisi'nin sözcüsü ben, CHP'nin sözcüsü rahmetli Baykal’dı. Siyasette, 1996’dan itibaren parti içinde huzursuzluklar başladı. Sayın Tansu Çiller’e iki genel başkan yardımcısının yaptığı hataları anlattım. Ancak iki ay geçmesine rağmen bir gelişme olmadı. Ben de grup toplantısında veda konuşması yaparak partiden istifa ettim. Bu davranışı gösteren ilk kişi oldum. Daha sonra Sayın Cindoruk’la birlikte yeni bir oluşuma başladık. 20 kişiyle başladığımız hareket sonunda 6 kişi kaldık. 1996 Haziran’ında Demokrat Türkiye Partisi’ni kurduk. 1997’de hükümet ortaklığı imkânı doğdu ve Mesut Yılmaz’la birlikte hükümet kurduk. Bakanlar Kurulu listesi oluşturulurken Sayın Cindoruk’la birlikte Mesut Yılmaz’ın evine gittik ama ikimiz de görev almayacağımızı söyledik. 1999 seçimlerinde başarısız olduk ve aktif siyaseti bıraktık. Ancak sosyal aktivitelerim sürdü. 2018’de Parlamenterler Kültür Sanat ve Türk Müziği Derneği’ne katıldım. İki yıl sonra başkan seçildim. Eski ve yeni milletvekillerinin Türk müziği eserlerini kamuoyuna ulaştırmayı amaçlıyoruz. Maalesef basının bu konuda ilgisi zayıf. Yine de elimizden geleni yapıyoruz. Her yıl Isparta’daki Demirel anmalarına katılıyorum. Doğum günü olan 1 Kasım’da Süleyman Demirel Üniversitesi’nde yapılan törenlerde de bulunuyorum. Siyaset hayatım boyunca günde 18 saat çalıştığım günler oldu.
Ailem her zaman bana destek verdi. Eşim çok anlayışlıydı, çocuklarım siyasetle ilgilendi, gençlik kollarında görev aldı. Üç çocuğum da yüksek tahsil yaptı, devlet okullarında okudular, hayırlı evlilikler yaptılar. Çok şükür, hepsi ailesine layık bireyler oldu. Eşim, her zaman olduğu gibi en büyük destekçimdi. Hayatımdan, hizmetlerimden dolayı gurur duyuyorum. Zor şartlar altında ama azimle çalışarak bugünlere geldim. Gençlere tavsiyem şudur: Herkes siyasetle ilgilenmek zorundadır. Çünkü birkaç yılda bir yapılan seçimlerle kendi kaderimizi ve ülkemizin kaderini oyluyoruz. Bu nedenle seçimleri bilinçli yapmalı, pişmanlık duymamalıyız. Rahmetli Demirel’in dediği gibi, siyaseti ülke için yapın, ideolojik saplantılara kapılmayın. Siyaset, hizmet etme sanatıdır. Hizmet de ibadettir. Gençler bu bilinçle hareket etmelidir” ifadelerini kullandı.
(ERHAN TAYLAN)