Pehlivan “Bahanelere sığınmayı bırakmalıyız”

CHP’li İl Genel Meclis Üyesi Av. Güneş Pehlivan, dün gerçekleşen meclis oturumunda söz alarak kadın ve çocuklara yönelik şiddet olaylarını gündeme taşıdı. “Kendi ülkemizin sokaklarında kadınlar ve çocuklar olarak korku içinde yaşamak, kendi evlerimizin içinde kapalı kapılar ardında şiddet ve şiddet tehdidi altında yaşamak istemiyoruz.” diyen Pehlivan, bahanelere sığınmak yerine gerçek çözümler üretilmesi gerektiğinin altını çizdi.

995

CHP’li Çanakkale İl Genel Meclis Üyesi Av. Güneş Pehlivan kadın ve çocuklara yönelik şiddetin toplumun her alanında yaşanılan bir krize dönüştüğünü dile getirdi. İl Genel Meclisi’nin dün gerçekleştirilen oturumunda söz alan Pehlivan şunları söyledi:

“Son günlerde ülkemiz çok ağır gündemlerle sarsılıyor. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet, aile içinde, özel yaşamda ve kamusal alanda bir yaşam hakkı krizine dönüşmüş durumda. Ben burada teker teker vakalardan ve yaratılan trajediden bahsetmeyeceğim, çünkü biz artık romantize etmek değil, yas tutmak değil, mücadele etmek ve somut adımların atılmasını istiyoruz. Kendi ülkemizin sokaklarında kadınlar ve çocuklar olarak korku içinde yaşamak, kendi evlerimizin içinde kapalı kapılar ardında şiddet ve şiddet tehdidi altında yaşamak istemiyoruz.

Biz her zaman söyledik; kadın cinayetleri politiktir. Bu da bizim öznel yorumumuz değil; objektif bir gerçektir ve bu gerçeği delilleriyle ispatlayabiliriz:

2008-2019 yılları arasındaki 11 yıllık süreçte, kadın cinayetlerindeki tek istatistiki düşüş 2011 yılında kaydedildi. 2011 yılının ne özelliği vardı? 11 Mayıs 2011'de İstanbul Sözleşmesi imzalanmış, 24 Kasımda da TBMM'de bulunan 247 vekilin 246 evet ve 1 çekimser oyuyla onaylanmıştı. Hatta çekimser oy kullanan milletvekili ertesi gün Meclis Başkanından oy düzeltme talebinde bulunarak, "elektronik oylamada bir acemilik dolayısıyla hata yaptığını, 'evet' yönünde karara katıldığını" ifade etmişti. Dolayısıyla kadına yönelik şiddetle mücadelenin siyasetler üstü bir söylem birliği ve işbirliğiyle desteklenmesi halinde, toplumda failin korunmayacağına dair ciddi bir kanaat oluşması halinde, şiddetle mücadele edebileceğimizi, şiddete yönelik sıfır tolerans ile yol alabileceğimizi gördük. Ancak daha sonra kadınların ve çocukların yalnız bırakıldığı bir hukuka aykırılık süreci yaşadık. İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kararı, siyaseten, kamusal alanda kadınları ve çocukları yalnız bırakırken; ne yazık ki faillere cesaret verdi. Shakespeare'in bir sözü vardır; "Bir ateş yakmak istiyorsan, önce cılız otları tutuştur" der. Biz ülkemizde cılız otları tutuşturan, faillere cesaret veren, sırtını sıvazlayan, faillerin korunacağına dair fikir uyandıran, kadınları ve çocukları yalnızlaştıran politikaları kınıyoruz ve daha fazla yas tutmak istemiyoruz. Daha fazla kadınımızı ve çocuğumuzu kaybetmek istemiyoruz.

"Kadının yeri evidir, kadınlar iş aradığı için erkekler işsiz kalıyor" derseniz, evet biz kadınlar sokağa çıkmaya korkar hale geliriz.

"Tecavüze uğrayan kadının bebeği niye ölsün, anası ölsün" derseniz, kadın bedeni üzerinde tahakküm kurmaya kalkar, kadını metalaştırırsanız, tecavüzcü de kadın bedenini metalaştırır.

"Kadınlar çiçektir, öyleyse paşa paşa saksısında otursun, evinde otursun" mantığıyla kadın haklarını "kadınlar çiçektir" düzeyine indirirseniz, evet o kadınlar "saksılarında" yani evlerinde her türlü sistematik eziyete, işkenceye uğrarlar. Ve son zamanlarda, her olayda olduğu gibi, bir yaşam hakkı krizinde bile, krizin kendisini çözmek için değil, krize yönelen toplumsal tepkiyi bastırmak için mücadele ederseniz, o ürettiğiniz argüman ve bahaneler sadece sorunu makyajlamaktan ibaret olarak kalır ve yol alamayız.

Son zamanlarda çok duyduğumuz ve rahatsız olduğumuz bir argüman var, bu da: "Bu şiddet olayları her zaman yaşanıyordu ama sosyal medya olmadığı için görünürlük kazanmıyordu". Arkadaşlar bu ülkede sosyal medya 25 yıldır, özel televizyonculuk 35 yıldır var. Artık bizim bu sorunla gerçek anlamda yüzleşmemiz, bahanelere sığınmamamız gerekiyor. Kamu kurumlarından; yerelden, genele, özel sektörde, medyada, toplumsal kurumlarda çok ciddi bir işbirliği ile; İstanbul Sözleşmesine geri dönerek, her türlü şiddete sıfır tolerans adımları atmamız gerekiyor.

Eğitimde stratejik planlama yapılırken, "Biz eğitimde cinsiyet eşitliği olgusunu kabul etmiyoruz, inkâr ediyoruz çünkü cinsiyet eşitliği kavramı LGBTİ'yi özendiriyor" diyen, bilimden aykırı kafaları da gördük. Bu kafalarla biz yol alamıyoruz.

Nasıl ki bir tohumun yeşereceği yer toprağıysa, insanın yeşereceği yer de toplumudur, ülkesidir. Biz artık üzerimizdeki ölü toprağını silkelemek, sahte ruhban sınıfını konsolide etmek için yapılan; eşitliğe, laikliğe, demokrasiye, özgürlüğe aykırı söylem ve eylemlerden vazgeçilmesini istiyoruz.

Katledilmiş bedenimizin üzerine toprak atılmasını değil, o toprağa eşitlik ve özgürlük suyu verilerek o toprakta çocuklarımızı, gençlerimizi ve kadınlarımızı yeşertmek istiyoruz.”

(HADİYE AYŞE İRİM)
Paylaş